videosinema dergisi, şubat 1985 tarihli 8. sayısında, orhan barlas tarafından aşağıdaki incelemesi yapılan filmdir.
"hatırada kalan şey değişmez zamanla"
“Bu, afyon ruhu gibi baygın.. ”
İşler ne güzel gidiyordu! çetin tunca'nın başarılı renk-çizgi uyumu... Özdemiroğiu'nun konuya-şiire yatkın müziği, özdemir erdoğan'ın kısık, duyarlı, "yüzünü geçmiş günlere çevirmiş” sesi... Sonra, müjde ar'ın, Marilyn Monroe'ya inat, yüzde yüz yerli malı, hızlı yürüme çabaları, (bir bedenin psiko-anatomisi) koşmak isterken yerinde saymaları. Derken birden film de, bizler de bayır aşağıya yuvarlanmaya başladık. Yalnız "içerik” açısından olmadı bu; düpedüz anlatım da şaşkın, sarsak bir hâl aldı.
Fahriye Abla, bana kalırsa, öyle "büyük” parlak bir şiir değildir. Ordan burdan naylonlarının piyasaya sürülmesi, şiircil inceliği olan kimselerin yerli yersiz orda-burda okumaları Fahriye Abla'yı "hakettiği çizgiden de aşağıya” çekmiştir. Filmin başında, uzun süre yönetmen Turgul, gerek konusu gerek anlatımı ile, şiiri daraltmaz, ondan bir şeyler sıyırmaz, tam tersine onu çoğaltır, katlar. Kolay anlatımla, bir "üçlü” ileri sürülebilir: Gene bir ergenlik çağı özlemi, onun bakışı ile anlatım... Sonra (burasını çok beğenmiştim) Fahriye Abla'nın, sizin, bizim mahalleden etli kanlı biri oluşu. İlişkileri, bağları ile belli bir ortama akıllıca yerleştirilmesi. Sonra, Fahriye Abla'nın kişiliğinde kadının yüceltilmesi... Hani nerdeyse, filmdeki bütün erkekler hödük, budala, iki yüzlü, çıkarcı, dönek, ödlek'tirler. Bir yerde öteden öteye bir siyasal anlaştırmanın belirtileri, kokuları sezilmeye başlanır. Bütün bunlar, sokaklar, kahveler, hamamda kaynana adayının bakışı, içerde Müjde Ar'ın Aziz Nesin'i okurken gülmesi... tam kaynaşmışken birden her şey karman çorman olur, film sekerek yürümeye başlar, sanki gelecek programdan parçalar gösterilmekte ya da bir foto-roman dörtgenleri perdeye sıralanmaktadır (kulakların çınlasın atilla dorsay !) Filmlerde, özellikle de serüven, gerilim filmlerinde, tempo, anlatım ritmi değişmesi öteden beri başvurulan bir yöntem... İlkin bu yöntem Fahriye Abla'ya uygun düşmez. İkincisi, Alev Alev'de gene değineceğim, bu işi çok ustalıkla yapmak gerekir.
Fahriye Abla eşine az raslanır bir anlatım etkinliği ile başlayan, uzun sürebunu sürdüren, sonra birden şaşılacak bir hızla yaptıklarını geri alan bir film. Bir "düş kırıklığı” örneği. Bitişte çiçek tarhında sevinç taklaları atan sersem çocuk, filmdeki bütün güzel, değerli şeyleri (bilmem bilerek, bilmem bilmeyerek) kumdan bir evcik gibi bir tekmede yıkar, devirir. Bundan öte hesabı yönetmen Turgul ile senaryo yazarı Turgul aralarında görürler.
orhan barlas
videosinema dergisi, 8. sayı, şubat 1985 - sayfa: 15
https://arsivsozluk.com/d/46
Devamını okuyayım..."hatırada kalan şey değişmez zamanla"
“Bu, afyon ruhu gibi baygın.. ”
İşler ne güzel gidiyordu! çetin tunca'nın başarılı renk-çizgi uyumu... Özdemiroğiu'nun konuya-şiire yatkın müziği, özdemir erdoğan'ın kısık, duyarlı, "yüzünü geçmiş günlere çevirmiş” sesi... Sonra, müjde ar'ın, Marilyn Monroe'ya inat, yüzde yüz yerli malı, hızlı yürüme çabaları, (bir bedenin psiko-anatomisi) koşmak isterken yerinde saymaları. Derken birden film de, bizler de bayır aşağıya yuvarlanmaya başladık. Yalnız "içerik” açısından olmadı bu; düpedüz anlatım da şaşkın, sarsak bir hâl aldı.
Fahriye Abla, bana kalırsa, öyle "büyük” parlak bir şiir değildir. Ordan burdan naylonlarının piyasaya sürülmesi, şiircil inceliği olan kimselerin yerli yersiz orda-burda okumaları Fahriye Abla'yı "hakettiği çizgiden de aşağıya” çekmiştir. Filmin başında, uzun süre yönetmen Turgul, gerek konusu gerek anlatımı ile, şiiri daraltmaz, ondan bir şeyler sıyırmaz, tam tersine onu çoğaltır, katlar. Kolay anlatımla, bir "üçlü” ileri sürülebilir: Gene bir ergenlik çağı özlemi, onun bakışı ile anlatım... Sonra (burasını çok beğenmiştim) Fahriye Abla'nın, sizin, bizim mahalleden etli kanlı biri oluşu. İlişkileri, bağları ile belli bir ortama akıllıca yerleştirilmesi. Sonra, Fahriye Abla'nın kişiliğinde kadının yüceltilmesi... Hani nerdeyse, filmdeki bütün erkekler hödük, budala, iki yüzlü, çıkarcı, dönek, ödlek'tirler. Bir yerde öteden öteye bir siyasal anlaştırmanın belirtileri, kokuları sezilmeye başlanır. Bütün bunlar, sokaklar, kahveler, hamamda kaynana adayının bakışı, içerde Müjde Ar'ın Aziz Nesin'i okurken gülmesi... tam kaynaşmışken birden her şey karman çorman olur, film sekerek yürümeye başlar, sanki gelecek programdan parçalar gösterilmekte ya da bir foto-roman dörtgenleri perdeye sıralanmaktadır (kulakların çınlasın atilla dorsay !) Filmlerde, özellikle de serüven, gerilim filmlerinde, tempo, anlatım ritmi değişmesi öteden beri başvurulan bir yöntem... İlkin bu yöntem Fahriye Abla'ya uygun düşmez. İkincisi, Alev Alev'de gene değineceğim, bu işi çok ustalıkla yapmak gerekir.
Fahriye Abla eşine az raslanır bir anlatım etkinliği ile başlayan, uzun sürebunu sürdüren, sonra birden şaşılacak bir hızla yaptıklarını geri alan bir film. Bir "düş kırıklığı” örneği. Bitişte çiçek tarhında sevinç taklaları atan sersem çocuk, filmdeki bütün güzel, değerli şeyleri (bilmem bilerek, bilmem bilmeyerek) kumdan bir evcik gibi bir tekmede yıkar, devirir. Bundan öte hesabı yönetmen Turgul ile senaryo yazarı Turgul aralarında görürler.
orhan barlas
videosinema dergisi, 8. sayı, şubat 1985 - sayfa: 15
https://arsivsozluk.com/d/46