baldur’s gate ii: shadows of amn

oyun hakkında gamepro dergisi kasım 2000 sayısında, önizleme yazısı yazılmıştır.

pc rpg oyunlarının, sadece özel bir sınıfa hitap eden oyunlar olmaktan kurtulup en çok satan oyunlar arasına girmelerinin sorumlusu baldur's gate, baldur's gate ii: shadow of amn ile akılları başlardan alan ad&d serisine devam ediyor. bir öncekiyle kıyaslandığında hikaye akışında pek bir değişiklik yok: bir grup kahraman toplayın, canavarları öldürün ve dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirin. fakat bioware ve interplay'dekiler, ömrünüzde daha önce benzerine rastlamadığınız 200 saatlik bir oyun tecrübesini yaşayacağınız üzerine bahse girmeye hazırlar.

ejderhalar sizi bekliyor

baldur's gate'deki gelişebilirliğiniz ad&d'dekine göre çok düşüktü. oyunu bitirdiğinizde takım üyelerinizin bulunduğu seviye, ad&d'dekine göre çok düşüktü. bgii, ilk oyunun bıraktığı yerden sizi alıyor: en son dünyayı kurtaran kahramanlarla birlikte forgotten realms dünyasına geri döneceksiniz. bu defa kahramanlarınız ad&d'nin en yükse seviyelerinden biri olan 22. seviyeye kadar ulaşabilecekler. daha fazla açıklamak istemiyoruz ama emin olun ki, yeni dev canavarlarla ve inanılmaz güçlü düşmanlarla bgii, d&d'nin ejderhalarını arattırmayacak.

baldur's gate 1.5?

bioware, infinity oyun motorunun hızla eskimesi ve planescape torment, icewind dale gibi oyunların başarısı gibi gölgelerin arkasında kalan bgii'in ateşini canlandırmak için ne yapıyor dersiniz? bgii'de henüz yoldaki d&d'nin üçüncü serisinin seçilmiş kuralları bulunacak. bunların yanında barbarian, monk ve sorcerer ırklarıyla beraber half-orc'lar da geliyor. yepyeni, güçlü canavarlar ile ırka ve sınıfa bağlı olarak değişen yen serüvenler, dünyayı kurtarmaya çalışmaktan zevk almanızı sağlayacak. preview versiyonunda takımı bir araya getirmek, kötü yön bulma yapay zekası yüzünden tam bir angaryaydı ve oyunun yapımcıları arkalarında, inventory ekranı açılışında oyun durmaması, hantal kullanışlar gibi tatsız sürprizler bırakmışlar. bioware oyunun çıkışına kadar bu problemleri çözecek gibi. her ne kadar bgii, bir öncekine göre radikal değişiklikler vaat etmiyorsa da, yüzlerce saatlik bir maceraya başlamak için baldur's gate dünyasına girmenize az kaldı.

the freshman
gamepro dergisi - kasım 2000 - no:13 - issn: 1302-5651
sayfa: 35
https://arsivsozluk.com/d/30
Devamını okuyayım...
disco
0

highland warriors

ocak 2003'te çıkmış, yayımcısı data becker, yapımcısı soft enterprises olan strateji türünde bilgisayar oyunudur. oyun hakkında 19 şubat 2003 tarihinde, murat şen tarafından trgamer sitesinde aşağıdaki inceleme yayımlanmıştır.

Braveheart filmini herkes hatırlar ve en az 2-3 kere izlemişlerdir. Ben kaç kere izledim bilmiyorum ama yakın zamanda DivX versiyonunu indirdim ve arşivime kattım. Biraz geç kaldığımı biliyorum ama yine de geç oldu, güç olmadı. william wallace, İskoçya için özgürlüğün kazanılması adına çok büyük işler yapmış bir adamdır. Bu adamdan da ben dahil çoğu kişi etkilenmiştir. Hayatını bu yolda feda eden bir kişiden kim olsa etkilenir. Braveheart için bir oyun yapılmıştı bir süre önce, ama fazla başarılı olamamıştı. Grafikleri iyiydi ama çok abartı bir sistem ihtiyacı ve garip hataları yüzünden fazla tutulmamıştı. Soft Enterprises adında bir firma, Highland Warriors adında bir RTS piyasaya sürdü. İşte William Wallace'ı da içinde barındıdan İskoçya tarihi konusu için yapılmış kapsamlı ve kaliteli denebilecek oyun da, doğmuş oldu.

Oyun İskoçya'da, ilk başlarda kurulan kavimlerden başlıyor ve William Wallace'ı da içinde barındırarak en son özgürlük savaşına kadar sürüyor. Oldukça büyük bir tarihi kapsayan oyun, gerçekten de üzerinde çok uğraşılmış ve övgüyü hakeden bir yapım. İskoçya tarihi ve gerçek olaylara dayandığından da birçok oyuncu için daha bir cezbedici oluyor.

Oyun bize o zamanları neredeyse gerçekten yaşatacak gibi oluyor. Oyunu ilk kurduğunuzda, daha çalan müziklerden bunu hissedebiliyorsunuz. Bölüm aralarında giren video görüntüler o tarihler hakkında bize bilgi vermekte. Ayrıca, yazılı ve seslendirme olarak verilen bilgiler de tarihsel belge niteliğindeler. Bu yüzden de işin içindeki gerçekçilik sizi oyundan asla koparmıyor. Daha uzun oynama, daha fazla şeyler öğrenmek hissi uyandırıyor. Ben oyunun karşısında tahminimden daha fazla zaman geçirdim. Normalde bu tarz ders benzeri oyunları sevmem ama bu oyunda bu tür kaka şeyler öyle güzel harmanlanmış ki, gerçekten size birşeyler öğretildiğinin farkına bile varamıyorsunuz. Bir bakmışsınız oyunu bitirmişsiniz ve İskoç tarihi hakkında herşeyi öğrenmişsiniz. Oyunda kullanılan binalar, silahlar, birimler, o zamanlar hakkında yapılan çalışmalardan uyarlanmışlar. Ortam oldukça zengin. Hayvanlar, kadınlar etrafta dolaşmaktalar. Ağaçlar sallanmakta, askerler çevrede dolanmaktalar. Kendilerine özgü British aksanı da oyuna iyi aktarılmış.

Yiyecek, altın, ore, taş ve odun başlıca kaynaklarımızı oluşturmakta. Oyunda genel anlamda bildiğimiz strateji öğeleri mevcut. Bu kaynakları toplayıp ordumuzu kurmamız ve düşmanı altetmemiz gerekmekte. Genelde hep benzer tarz görevler alıyoruz. Görevler doğal olarak gittikçe zorlaşmaktalar.

Fakat oyundaki yapay zeka gerçekten de yerlerden sürünüyor. Buraya kadar hep iyi şeylerden bahsetmiş olmama rağmen ne yazık ki oyunu burada rezil etmekten başka bir seçeneğim yok. Oyun aşırı derecede zor veya aşırı derecede kolay olabiliyor. Bu an meselesi. Bazen bir asker yığını hemen ölebilirken bazen duvar gibi asla yara bile almayabiliyorlar. Hep aynı noktana aynı tür ve sayıda asker geliyor. Düşman sahasında yer alan madenleri kullanırken düşman asla size engel olmak istemiyor. Hatta birlikte aynı ormanı baltalarken bile hiç sesini çıkartmıyorlar. Bir askerin önünde savaş çıksa bile o öylece dikilip kavgayı izliyor. Bunlar bir RTS oyununu öldürmek için yeterli hatalar. Olmaması gerekirdi. Bu yapımcı firmanın (Alman) RTS türünde acemi olmasından kaynaklanıyor sanırım. Bazı yerlerden aldığım bilgiye göre, bu firma gerçekten de bu türde oldukça acemiymiş. Bu oyundaki ölümcül hatalarıyla da bunu kanıtlamış oldular. Bravo vallaha.

Oyundaki hatalar sadece yapay zeka ile sınırlı değil. Bir kere arayüz oldukça karışık tasarlanmış. Grupladığınız askerler ne yazık ki bir yerde gösterilmiyor. Bu da kalabalık ortamlarda kafa karışıklığı anlamına gelmekte. Birimler arası denge düzgün kurulmamış. Okçular diğer kısa mesafeli birimlere göre abartı güçlüler. Hafif kalabalık bir okçu sürüsü ile yapamayacağınız iş yok. Adamlarınızı bir yere tıkladığınız zaman, bu yer biraz uzaksa, gruptan ayrılan ahmaklarla uğraşmanız gerekiyor. Gruptan ayrılanlar yüzünden diğer elemanlar da saçmalamaya ve diğer kaybolan elemanı beklemeye başlıyorlar. Siz uzakta bir savaşla ilgilenirken, kaşla göz arasında herşey birbirine girmiş oluyor. Siz de saçınızı ve başınızı yolmuş oluyorsunuz. Allahtan ben saçlarımı kestirdim de böyle bir derdim yok :P

Oyundaki grafikler aslında iyi gibiler ama hataları var. Bir kere çevre grafikleri hayli başarılı olmuş. Karakter modellemesi de RTS oyunları için fazlasıyla iyi. Ama nedense oyun çok iyi makinelerde bile yavaşlamalar yapıyor. Bu da iyi optimize edilmemesinden kaynaklanıyor sanırım. Oyundaki detayları düşürdüğünüz zaman da bazı takılmalar yaşıyorsunuz. Bu olursa, şimdiden uyarayım, hatayı sürücülerinizden veya ekran kartınızdan bulmayın. Oyunda herşey 3D olduğundan, kamerayı istediğiniz gibi çevirebiliyorsunuz. İnanılmaz olan, kameranın sorunsuz çalışması. Sadece bazen isteklerinize 1-2 saniye geç cevap verebiliyor. O kadar kusur, kadı kızında da olur :)

Oyunun seslerine gelince, bir kere müzikler başarılılar. Buna diyecek lafım yok. Ama seslendirmeler öyle değil. Yazının başında karakterlerin o zamanki dili kullandıklarını söylemiştim. Ama bunu öyle berbat yapmışlar ki anlatamam. Aslında karakterlerin söyledikleri biraz daha çeşitli olsaydı iyi olabilirdi ama bir askerden oyun boyunca aynı kelimeyi duymak, inanın insanı çıldırtıyor.

Kısaca oyun kendinden bekleneni veremiyor. İyi bir oyunmuş gibi başladığım yazının sonunda oyunu nasıl batırdım gördünüz. Demek ki yazılarda ilk paragrafı okuyarak hemen oyun hakkında fikir alıp kapatmayın. Hiç beklemediğiniz şeyler olabilir :) Sağ gösterip sol vururum ben bazen. Bu oyunu alın desem bir türlü almayın desem bir türlü. Aslında bundan başka alınacak bir dolu RTS oyunu var dersem yalan olur. Yeni birşeyler çıkana kadar sizleri oyalayacak dersem, bu sefer de oyun sizi deli edecek siz de gelip bana laf edeceksiniz. En iyisi siz bu oyundan uzak durun da hem siz hem de ben rahat edeyim. Evet evet...

trgamer
murat şen - 19.02.2003
https://arsivsozluk.com/d/54
Devamını okuyayım...
disco
0

galatasaray

türkiye futbol federasyonu yayınları tarafından hazırlanan türk futbol tarihi eserinde, aşağıdaki yazıda yer almıştır.

bir türk takımı doğuyor

Bu yolda ilk cesur adımlar, Mekteb-i Sultani (galatasaray lisesi) öğrencileri tarafından atılmıştı. Pek çoğu kadıköy yakasında oturan ailelerin çocukları olan bu gençler, tatil günlerinde mesire yerlerinde, çayırlarda, hiçbir kurala ve düzene tabi olmadan ayak topu oynamaya başlamışlardı. Hatta Abidin Daver’in anılarında naklettiği gibi; top, Mekteb-i Sultani’nin kapısından içeri ilk kez 1900 yılında girmişti. Öğrenciler, okulun “Grand Cour” adıyla anılan büyük avlusunda, kalabalık guruplar halinde bir topu tekmelemek suretiyle “ayak topu” oynamaya çalışmışlardı. En başarılı sayılanlar ise, ayaklarıyla vurdukları topu en yüksek noktalara kadar diklemesine çıkaranlardı. Ancak ne var ki bu gençler, bu oyunu kurallarına göre oynayabilmek için de can atmaktaydılar. Nihayet 20 Ekim 1905 günü Mekteb-i Sultani’nin 10. sınıf öğrencilerinden bir grup, arkadaşları ali sem yen’in önayak oluşuyla, Edebiyat öğretmeni Mehmet Ata Bey’in dersi sırasında bur kulüp kurmuşlardı. Ve o günden sonra bu gençler tamamen bilimsel bir yaklaşımla bu işe sarılmışlar ve futbolu kurallarına göre oynayan bir takım ortaya çıkarmışlardı.

Daha sonra “Galatasaray” adıyla anılacak bu takım, 1905-1906 sezonunda üçüncüsü yapılan “İstanbul Futbol Ligi”ne katılan ilk Türk takımı olmak gibi ölümsüz bir şerefe erişmişti. Galatasaray ilk kez katıldığı ligde Kadıköy, Moda ve Imogene takımlarının arkasından dördüncü olurken Rumların elpis takımını gerisinde bırakmıştı.

1906-1907 sezonunda kadrosunu biraz daha güçlendiren ve forma renklerini Sarı-Kırmızı’ya dönüştürmüş bulunan Galatasaray bu ligde biraz daha toparlanmıştı. 1906-1907 İstanbul Lig şampiyonluğu’nu Moda takımı kazanırken Kadıköy ikinci, bu iki takımla 1-1 berabere kalan Galatasaray üçüncü olmuştu. Dördüncülüğü Elpis, Beşinciliği de Imogene takımları almışlardı.

kaynak: Türk futbol tarihi
türkiye futbol federasyonu yayınları
cilt:1 haziran 1992
sayfa: 15
https://arsivsozluk.com/d/53
Devamını okuyayım...
disco
0

dbase ii

1977 yılında wayne ratliff veri yönetimi ve enformasyon elde edilmesi konuları üzerinde Jet Propulsion Laboratuvarında çalışmalar yapıyordu. Bu program, ilk olarak büyük sistemler için yazıldıysa da, birkaç sene içinde Ratliff tarafından kişisel bilgisayarlara uyarlandırılıp, geliştirildi. 1979’da Vulcan adını verdiği bu programı byte Dergisi’nde yayınladı. 1980’de george tate ve george lashlee tarafından hakları satın alınıp, ismi dBase ii olarak değiştirildi. Daha sonra, programın pazarlanabilmesi için Ashton-Tate firmasıyla anlaşmaya varılınca, kısa bir sürede mikrobilgisayar dünyasındaki lider veri tabanı yönetimi programı durumuna geldi. İsmi dBASE ii olmasına karşın daha önce dBASE i versiyonu asla yaratılmamıştı.

bilgisayar ansiklopedisi - 1991 - milliyet
sayfa: 33

https://arsivsozluk.com/d/11
Devamını okuyayım...
disco
0

oki okipage 8w lite

hakkında haziran 2000 tarihinde, chip dergisi'de aşağıdaki haber yayımlanmıştır.

8w lite ile hem ev hem de ofiste çalışabilirsiniz.

bu yazıcı, tek yönlü paralel bağlantılı olarak üretilmiş.

oki, hem modeli 8w lite'ı hem ev hem de ofis ortamında kullanılmak üzere tasarlayıp piyasaya sürdü. 8w lite oki yazıcıları, centronic standartlarında, tek yönlü paralel bağlantılı üretiliyor.

ayrıca usb bağlantısı macintosh ve windows sürücülerinde kullanım rahatlığı sağladığı için; pc, dizüstü bilgisayarlar ve macintosh ile bağlantı kolaylığı ve windows 98 ve mac os 8.1'e de uyum göstermek özelliklerine sahip. başlangıç düzeyindeki bu yazıcı, minimum maliyet, maksimum kalite arayan ev ve ofis ortamlarında kullanılabiliyor. dijital led kafası sayesinde 600x600 dpi çözünürlülük ve dakikada 8 sayfa çıkışı ile basit, çabuk ve kullanışlı bir yazıcı olma özelliği taşıyan oki 8w lite, 2mb standart hafızayla birlikte geliyor.

kompak parçalardan oluşması sebebiyle masa üstünde fazla yer kaplamayan 8w lite, kağıt kutusunda çeşitli ağırlık ve boylarda 100 sayfa, elle besleme bölümünde ise 30 sayfa tutabiliyor.

kaynak: chip dergisi - haziran 2000
issn: 1300-9419 - sayı: 200006 sayfa: 26
https://arsivsozluk.com/d/36
Devamını okuyayım...
disco
0

hi toro

amiga projesi için kurulmuş olan abd merkezli şirketin adıdır.

25 milyon dolar karşılığında, tüm ekibiyle ve ar-ge'si ile birlikte commodore firmasına satılmıştır.

kaynak: #36
disco
0

yonca evcimik

1993 yılında free dergisine röportaj vermiştir.

- yonca merhaba. bize yeni kasetinden söz eder misin?

kasetimin adı "kendine gel". kendine gel aynı zamanda kasetin açılış parçası ve izleyeceğiniz ilk klip. dinamik bir müzik, süper sözler. öncekine göre daha batı işi, daha pop. bizden motifler yine var ama o kadar ön planda değil.

- yapımcın şahin özer. peki müzik yönetmenin yine garo mafyan mı?

aslında başlangıçta garo da bizimleydi. ancak elinde, bizden önce aldığı işler olduğu için daha sonra çalışamadık. kaseti aykut gürel ile gerçekleştirdik.

- dansçı'da o sıralar black box'ın yeniden listelere soktuğu earth, wind & fire'ın ünlü klasiği "fantasy"i aysel gürel'in yazdığı sözlerle türkçe olarak seslendirmiştin.: yalancı bahar. bu çalışmanda da günün sevilen parçalarının türkçe yorumları olacak mı?

hayır. bu kasetimde tamamen türk besteci ve söz yazarları ile çalıştım. parçaların hepsi bu kaset için özel olarak hazırlandı.

- bize "kendine gel" i tanıtır mısın?

* kendine gel (haddini bil)
söz ve müzik: şehrazat

bizde single olmamasına rağmen buna ilk single'ım diyebilirim. bu kasetim için batılı anlamda çok profesyonelce çalıştık. kaset kapağında, poster'larda, bilboard'larda ve kendine gel'in kliplerinde hep görsel bir tutarlılık var. tam bir reklam anlayışı ile hazırladık. yani kaset kapağında, poster veya bilboardlar'da göreceğiniz tipleme ve imajlar klipte de yer alıyor.

* l.o.t.d. (trışkadan nağmeler)
söz: zeynep talu
müzik: aykut gürel

saksafon intro ile başlayan mükemmel bir parça. küçük şeyler yapıp da büyük işler yaptığını sananlar ve meydanı boş bulunca yüksek atanlar ile dalga geçiliyor. tiplemeleri klipte tek tek canlandırıyorum. (l.o.t.d.= laf olsun torba dolsun).

* henüz çok gencim
söz ve müzik: şehrazat

kasetin iddialı iki slow parçasından biri. altyapı pop, üstyapı bizden, yumuşak bir ney parçayı işliyor. köklü, derin bir ilişkiye hazır olmayan bir genç kızı anlatıyor. bu klip'te her zamankinden farklı giyindim; saks mavisi bir tualet ama tek kolu ve tek bacağı yırtık bu tualetin ve yırtıklardan file görünüyor, kolumda da bir döğme: ben efendi giyinirsem ancak bu kadar olur. arka planda öyküyü oynayan iki genç rol aldı. bunlardan biri karambol ve haberin olsun'un bestecisi ve söz yazarı mustafa sandal.

* çok alemsin
söz ve müzik: şehrazat

sözler alaturka görünse de tam bir techno "cut". parçadaki kanun ile güzel bir sentezi yakaladık, sanıyorum. klibini galata köprüsü'nde çektik (yeni köprü değil), bilgisayar harikası görüntülerle bezedik.

* haberin olsun
söz: mustafa sandal
müzik: mahmut tezcan

karambol ile birlikte kasetin en amerikalı parçası. curtis schwartz'ın düzenlediği parçanın klibi ise eski bir garajda çekildi. büyük bölümü siyah & beyaz olan klip finalinde yağmur sahnesi ile renkleniyor.

*karambol
söz ve müzik: mustafa sandal

hit olacağına inandığım diğer bir parçam. hem aşk ilişkilerindeki hem de yaşantımızdaki karambolleri anlatıyor. bağdat caddesi ve extcay'de çekilen klipte punk'lar, travestiler, yaşlılar, motosikletliler, şarapçılar oynadı.

* bırak ellerimi
söz: seden gürel
müzik: aykut gürel

batılı anlamda çalıştık demiştim ya işte bu bağlamda remix'lerde yapacağız. klibini remix'ine sakladığım bir çalışma bırak ellerimi.

* gözümle gördüm
söz ve müzik: şehrazat

meyve veren ağacı taşlıyorlar. kimileri "dansçı"da yok şarkı söylemeyi bilmiyor, yok yeteneksiz dediler. kasetimin diğer slow'u. teknik açıdan zor bir parça. bundan sonra konuşsunlar da görelim.

*in & out
söz: şehrazat
müzik: selçuk ve uğur başar

"in & out" "in" oldu biz de bunu işledik. klipte bu olguyu "maganda", "entel", "artiz (star)", "estetik meraklısı" ve "abone (yonca)" tiplemeleri ile ele aldık.

* durum kötü
söz ve müzik: adnan ergil

süper bir parça. durum kötü: bak millet çıktı aya, biz kaldık yaya! daha ne diyim.

- geçen yıl yırtık jean'ler, body'ler ve şortlar giymiş, iri gümüş takılar takmıştın. seni bu yıl nasıl göreceğiz?

bunun yanıtını kaset kapağımda göreceksiniz. body'im, zımbalı ipkinim, önünde ad yazan, test taktığım kepim ve daha da irileşmiş dişi sembolü kolyem boş tartışmalara neden olabilir. görüntümü 93'e uygun olarak değiştirdim: çocuksu fakat daha azgın. bütün sorumluluğu makyajda eti motola, saçlarda zeki doğrulu ve fotoğrafta taner yılmaz'a bıraktım.

- kostümlerini kim hazırlıyor? kostüm danışmanın var mı?

kostümlerimin tasarımı ve seçimi büyük ölçüde bana ait. örneğin kaset kapağı ve bilboard'dakiler. bir kısmını ise zeynep tunuslu ile birlikte hazırladık. ilk çalışmam çeşitli maddi sıkıntılarla gerçekleşmişti ve her istediğimi yapamamıştım. "kendine gel"de ise sevgili şahin özer'in de katkıları ile dört dörtlük bir sonuç elde ettik. sizler de beğeneceksiniz.

teşekkürler.

free dergisi - ocak 1993 - sayı: 1
sayfa: 20-21

https://arsivsozluk.com/d/17
Devamını okuyayım...
disco
0

fahriye abla

videosinema dergisi, şubat 1985 tarihli 8. sayısında, orhan barlas tarafından aşağıdaki incelemesi yapılan filmdir.

"hatırada kalan şey değişmez zamanla"
“Bu, afyon ruhu gibi baygın.. ”

İşler ne güzel gidiyordu! çetin tunca'nın başarılı renk-çizgi uyumu... Özdemiroğiu'nun konuya-şiire yatkın müziği, özdemir erdoğan'ın kısık, duyarlı, "yüzünü geçmiş günlere çevirmiş” sesi... Sonra, müjde ar'ın, Marilyn Monroe'ya inat, yüzde yüz yerli malı, hızlı yürüme çabaları, (bir bedenin psiko-anatomisi) koşmak isterken yerinde saymaları. Derken birden film de, bizler de bayır aşağıya yuvarlanmaya başladık. Yalnız "içerik” açısından olmadı bu; düpedüz anlatım da şaşkın, sarsak bir hâl aldı.

Fahriye Abla, bana kalırsa, öyle "büyük” parlak bir şiir değildir. Ordan burdan naylonlarının piyasaya sürülmesi, şiircil inceliği olan kimselerin yerli yersiz orda-burda okumaları Fahriye Abla'yı "hakettiği çizgiden de aşağıya” çekmiştir. Filmin başında, uzun süre yönetmen Turgul, gerek konusu gerek anlatımı ile, şiiri daraltmaz, ondan bir şeyler sıyırmaz, tam tersine onu çoğaltır, katlar. Kolay anlatımla, bir "üçlü” ileri sürülebilir: Gene bir ergenlik çağı özlemi, onun bakışı ile anlatım... Sonra (burasını çok beğenmiştim) Fahriye Abla'nın, sizin, bizim mahalleden etli kanlı biri oluşu. İlişkileri, bağları ile belli bir ortama akıllıca yerleştirilmesi. Sonra, Fahriye Abla'nın kişiliğinde kadının yüceltilmesi... Hani nerdeyse, filmdeki bütün erkekler hödük, budala, iki yüzlü, çıkarcı, dönek, ödlek'tirler. Bir yerde öteden öteye bir siyasal anlaştırmanın belirtileri, kokuları sezilmeye başlanır. Bütün bunlar, sokaklar, kahveler, hamamda kaynana adayının bakışı, içerde Müjde Ar'ın Aziz Nesin'i okurken gülmesi... tam kaynaşmışken birden her şey karman çorman olur, film sekerek yürümeye başlar, sanki gelecek programdan parçalar gösterilmekte ya da bir foto-roman dörtgenleri perdeye sıralanmaktadır (kulakların çınlasın atilla dorsay !) Filmlerde, özellikle de serüven, gerilim filmlerinde, tempo, anlatım ritmi değişmesi öteden beri başvurulan bir yöntem... İlkin bu yöntem Fahriye Abla'ya uygun düşmez. İkincisi, Alev Alev'de gene değineceğim, bu işi çok ustalıkla yapmak gerekir.

Fahriye Abla eşine az raslanır bir anlatım etkinliği ile başlayan, uzun sürebunu sürdüren, sonra birden şaşılacak bir hızla yaptıklarını geri alan bir film. Bir "düş kırıklığı” örneği. Bitişte çiçek tarhında sevinç taklaları atan sersem çocuk, filmdeki bütün güzel, değerli şeyleri (bilmem bilerek, bilmem bilmeyerek) kumdan bir evcik gibi bir tekmede yıkar, devirir. Bundan öte hesabı yönetmen Turgul ile senaryo yazarı Turgul aralarında görürler.

orhan barlas
videosinema dergisi, 8. sayı, şubat 1985 - sayfa: 15
https://arsivsozluk.com/d/46
Devamını okuyayım...
disco
0

ghost rider

hayalet sürücü, ülkemizde pek tanınmasa da, kapıkule'nin dışarısında büyük hayranlıkla takip edilen bir marvel çizgi romanı. konsept olarak herhangi enteresan bir tarafı yok: kafası alevli meyve tabağına benziyor, sırtına astığı ve kement gibi kullanabildiği bir zinciri var, bir de "kefaret bakışı" diye bir numarası, hepsi o... ulaşım aracı olarak ise mefisto sponsorluğunda bindiği cehennem motosikletini kullanıyor.

film, daha başından aksamaya, özellikle johnny blaze'in (nicolas cage) mefisto'ya (peter fonda) ruhunu satmasına kadar geçen sürede tüm hollywood klişelerini kullanmaya başlıyor. yönetmen, johnny ile roxanne simpson'ın (eva mendes) imkansız aşkını o kadar basmakalıp anlatıyor ki, kendinizi filmin ilk 15-20 dakikası geçsin diye yalvarırken buluyorsunuz. düşünsenize: kavuşması imkansız aşıkları, kavuşamayacaklarını anlayacakları ana kadar geçen sürede, genişçe bir ovadaki eski bir ağacın altında buluşturmak, öpüştürmek, bununla da kalmayıp ekolojik dengeyi hiçe sayarak ağaca "j&4 forever" kazıtmak da ne oluyor acaba? sinemanın bu dili çoktan aştığını düşünüyorum.

film, her şeyiyle bir klişe-film, orası kesin. senaryo on binlerce kere tekrarlanmış basit bir matematiği tekrar etmekten başka hiçbir şey yapmıyor. johnny blaze'in küçüklüğünden beri heyecana ve üne tutkun bir motosiklet sevdalısı olması, bunu yaparken işin şov kısmını abartması ve sahnedeki bir taş parçasına çarpıp tökezlemesi, babasının ona kızması "hiç öğrenemeyeceksin, değil mi?" tarzındaki konuşması... bunları filmin ilk saniyelerinde tahmin edip ilerleyen dakikalarda izlemek kadar can sıkıcı bir şey olamaz herhalde.

sonra mefisto geliyor. onun gelişi bile ayrı bir klişe unsuru: babasının kanser olduğu haberini alan johnny blaze, ilk iş olarak hastaneye gitmek yerine, motorunun balatasıyla cıvatasıyla uğraşmayı uygun buluyor. bu sırada içeri destursuz giren mefisto'dan (ki arkasında şimşekler çakan, simsiyah giyinmiş bir peter fonda'yı yolda görsem korkarım) korkmaması "söyle bakalım ihtiyar" diye yaklaşması, daha da düşündürücü. son bir detayı da atlamamalı: mefisto yürürken bir anda çakan bir şimşek, duvara gölgesini düşürüyor. o gölgeninde eciş bücüş bir yaratık halinde olduğunu, bunu murnau'nun 1922 senesinde keşfettiğini ve artık sadece b filmlerinde kullanılan bir numara olduğunu da belirtmek gerekiyor.

b filmi demişken, her ne kadar gerçekte öyle olmasa da, ya da öyle olması amaçlanmamış olsa da, filmin üzerine yapışmış bir b filmi havası var. perdede gördüğümüz şeyler ucuz numaralar, johnny-roxanne aşkı dahi yıllar öncesinde kalmış gibi duruyor, oyunculuklar da bir o kadar yavan; dolayısıyla film, o b filmlerine has havaya sahip oluyor bir şekilde. "120 milyon dolar bütçeli b filmi mi olurmuş?" demeyin, oluyormuş.

en kötü filmin dahi iyi bir yanını yakalamak elzemdir hani, hayalet sürücü için de bunu yapacağız. kadroda, gerek rolüyle, gerekse de oyunculuğuyla diğer herkesi ezen, nicolas cage'e ve peter fonda'ya nal toplattıran, sonlara doğru gerçek yüzünü görüp iyice hastası olduğumuz bir isim isim var: sam elliott, namıdiğer "caretaker". filmin, yapımcılarının da olmasını arzuladığı o western'e yaklaşan bel kemiği rolünde, bu kovboy filmlerinden fırlamış, şapkalı, sakallı, mezarcı bir karakter var. sam elliott, "ne varsa eski topraklarda var" savını kanıtlarcasına, bunca yıldız ismin arasından öyle bir parlamış ki, nicolas cage'in dikkatle izleyip bir çizgi roman uyarlamasında nasıl rol kesmesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor bu ağabeyinden. hem, caretaker'ın atı johnny blaze'in cehennem motosikletinden çok daha havalı.

yapımcılar, böylesine klişe ve yavan bir hayalet sürücü uyarlaması yerine, hikayenin caretaker tarafını çekmeyi düşünseler daha iyi olur. düşünsenize: mefisto'ya dahi meydan okuyan, atıyla cümle aleme korku salan bir sam elliott, çok daha çekici olmaz mıydı?

karar: nicolas cage ve peter fonda'nın yüzü suyu hürmetine izleriz diye düşünüyorduk, sam elliott bizi ters köşeye yatırdı.film iki yıldız aldıysa bir tanesi de bu ağabeyin hatrınadır, biline...

serkan mutlu
empire dergisi - mart 2007 - sayı: 4 issn: 1307-1300
sayfa 32-33
https://arsivsozluk.com/d/27
Devamını okuyayım...
disco
0

domain

(bkz: alan adı)
disco
0